İDARECİ NASIL OLMALI???
Hz. Peygamber (s.a.v.) iki kişi bile olsak, birimizin yönetme sorumluluğunu üstlenmesini tavsiye etmiştir. Küçük büyük bütün toplumlar, bir yönetilen-yöneten, ast-üst hiyerarşisine dayanmak durumundadır. Toplumsal yapılanmada görev, yetki ve sorumlulukların zorunlu kıldığı farklı mevkiler vardır.
Kaçınılmaz olarak birileri bu mevki ve makamlarda görev yapacaktır. "Bu birileri niçin ben olmayayım" diye düşünebilir insan. Kendini bir makama daha layık görebilir, diğer insanlardan daha iyi hizmet vereceğini zannedebilir.
Fakat , makam taleplerinin arkasında kendini başkalarından üstün görme, bencillik, takdir edilme duygularının, yahut çıkar sağlama, şöhret ve daha rahat yaşama niyetinin olması da mümkündür. Hatta kişi bu süflî duygu ve hesapların farkında bile değildir çoğu zaman.
İşte bu yüzdendir ki, MAKAM SEVGİSİ denilen kalp illeti ince bir meseledir. Fıtrî bir duyguyu, mükemmelleşme arzusunu istismar eder. Masum görünür ama çok tehlikelidir. Diğer manevi kalp hastalıklarının artmasına sebep olacak bir potansiyeli vardır çünkü.
Kıyamet suresinin 20 ve 21. ayetlerinde "(Ey insanlar!) Gerçek şu ki, siz, peşin olanı (hazırda bulunanı, çarçabuk geçecek dünya hayatını ve nimetlerini) seviyorsunuz da ahireti bırakıyorsunuz". denilmiştir.
Dünya sevgisi, hırs, riyaset tutkusu, insanı dünyevî makamlara yükseltirken, çoğu zaman sahip olduğu en yüksek makamdan, "yaratılmışların en şereflisi" mevkiinden indiriyor oysa. Allah'ın yeryüzündeki halifeliğinden alıyor, nefsinin ve şeytanın oyuncağı haline getiriyor onu. Meşhur hikâyede anlatıldığı gibi mevki, makam, rütbe sahibi oluyor belki ama "adam" olamıyor ya da âdemiyetini kaybediyor.
Çünkü insan bir makama sahip olmak için, sahip olduğu mevkiini korumak için yahut daha yukarılara çıkmak için türlü ayak oyunları yapabiliyor, yalan söyleyebiliyor, olduğundan farklı görünmeye çalışabiliyor. Artan meşguliyeti, kulluk vazifelerini ihmale hatta büsbütün terk etmeye sebep olabiliyor. Yakalandığı şöhret afeti benliğini kabartıyor. Övülmekten hoşlandıkça feraset ve basiretini kaybediyor; hak ve bâtılı seçemez, günahlarını göremez hale geliyor.
Hele bir de bulunduğu makamın gerektirdiği niteliklerden yoksunsa, böylece zulmettiği insanların âhını almakla kalmıyor, sonunda mutlaka rezil rüsva olup ayrılıyor. Yetmiyor, o makamı bıraktıktan sonra da iyi hatırlanmıyor, hakaretlerle anılıyor.
Aslında burada anlatmak istediğimiz konu, gazete köşelerinde isimleri yazan ve başkanlık için adı geçen kişilerin çabuk gaza gelmemeleridir. Kendinden öncekilere baksınlar,akıbetlerini görsünler.
Başkanlık basiret ister, dirayet ister, feraset ister, adil adamlık ister… Başkanlık ayrıcalık ister. O yüzden diyoruz ki, her önüne gelen “ Ben de başkan adayıyım” demesin.
Bu haftalık da bu kadar, kalın sağlıcakla.
Hz. Peygamber (s.a.v.) iki kişi bile olsak, birimizin yönetme sorumluluğunu üstlenmesini tavsiye etmiştir. Küçük büyük bütün toplumlar, bir yönetilen-yöneten, ast-üst hiyerarşisine dayanmak durumundadır. Toplumsal yapılanmada görev, yetki ve sorumlulukların zorunlu kıldığı farklı mevkiler vardır.
Kaçınılmaz olarak birileri bu mevki ve makamlarda görev yapacaktır. "Bu birileri niçin ben olmayayım" diye düşünebilir insan. Kendini bir makama daha layık görebilir, diğer insanlardan daha iyi hizmet vereceğini zannedebilir.
Fakat , makam taleplerinin arkasında kendini başkalarından üstün görme, bencillik, takdir edilme duygularının, yahut çıkar sağlama, şöhret ve daha rahat yaşama niyetinin olması da mümkündür. Hatta kişi bu süflî duygu ve hesapların farkında bile değildir çoğu zaman.
İşte bu yüzdendir ki, MAKAM SEVGİSİ denilen kalp illeti ince bir meseledir. Fıtrî bir duyguyu, mükemmelleşme arzusunu istismar eder. Masum görünür ama çok tehlikelidir. Diğer manevi kalp hastalıklarının artmasına sebep olacak bir potansiyeli vardır çünkü.
Kıyamet suresinin 20 ve 21. ayetlerinde "(Ey insanlar!) Gerçek şu ki, siz, peşin olanı (hazırda bulunanı, çarçabuk geçecek dünya hayatını ve nimetlerini) seviyorsunuz da ahireti bırakıyorsunuz". denilmiştir.
Dünya sevgisi, hırs, riyaset tutkusu, insanı dünyevî makamlara yükseltirken, çoğu zaman sahip olduğu en yüksek makamdan, "yaratılmışların en şereflisi" mevkiinden indiriyor oysa. Allah'ın yeryüzündeki halifeliğinden alıyor, nefsinin ve şeytanın oyuncağı haline getiriyor onu. Meşhur hikâyede anlatıldığı gibi mevki, makam, rütbe sahibi oluyor belki ama "adam" olamıyor ya da âdemiyetini kaybediyor.
Çünkü insan bir makama sahip olmak için, sahip olduğu mevkiini korumak için yahut daha yukarılara çıkmak için türlü ayak oyunları yapabiliyor, yalan söyleyebiliyor, olduğundan farklı görünmeye çalışabiliyor. Artan meşguliyeti, kulluk vazifelerini ihmale hatta büsbütün terk etmeye sebep olabiliyor. Yakalandığı şöhret afeti benliğini kabartıyor. Övülmekten hoşlandıkça feraset ve basiretini kaybediyor; hak ve bâtılı seçemez, günahlarını göremez hale geliyor.
Hele bir de bulunduğu makamın gerektirdiği niteliklerden yoksunsa, böylece zulmettiği insanların âhını almakla kalmıyor, sonunda mutlaka rezil rüsva olup ayrılıyor. Yetmiyor, o makamı bıraktıktan sonra da iyi hatırlanmıyor, hakaretlerle anılıyor.
Aslında burada anlatmak istediğimiz konu, gazete köşelerinde isimleri yazan ve başkanlık için adı geçen kişilerin çabuk gaza gelmemeleridir. Kendinden öncekilere baksınlar,akıbetlerini görsünler.
Başkanlık basiret ister, dirayet ister, feraset ister, adil adamlık ister… Başkanlık ayrıcalık ister. O yüzden diyoruz ki, her önüne gelen “ Ben de başkan adayıyım” demesin.
Bu haftalık da bu kadar, kalın sağlıcakla.
Yorumlar